Varoluş Üzerine
- Özgür Polat
- 14 Nis
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 May
İnsan, varlığı üzerine düşünen tek canlıdır. Veya en azından öyle olduğunu düşünüp durur. Kimse bir martıya “neden yaşıyorsun?” diye sormadı. Belki de bir yunus içsel bir bunalım geçiriyor. Fakat biz hâlâ insanın kendine sorduğu o meşhur sorularla meşgulüz.
"Ben kimim?", "Nereden geldim, nereye gidiyorum?", "Bu anlamsızlık duygusu geçecek mi?" ve elbette ‘’ "Bir gün her şey bitecekse neden bu kadar uğraşıyoruz?" Sokrates sordu, Nietzsche boş verdi, Heidegger karmaşıklaştırdı, Yalom ise içselleştirdi. Ve binlerce yıllık sorgulamanın sonunda cevaplara daha yakın mıyız, orası meçhul.
Bu yazıyı, o soruların peşinden giden bir düşünce biçiminden — varoluşçuluktan — bahsetmek için kaleme alıyorum. Yani bu soruların cevabını bulmaya değil; hepimizdeki yankılarını duymaya dair bir deneme de diyebiliriz.
Varoluşçuluk Nedir? Varoluşçuluk, hayata dair cevaplar sunan bir sistem değildir. Bundan ziyade varoluşumuza dair bu zorlu sorulara yakından ve içtenlikle bakma çabasıdır.
Bu yaklaşım, insanın anlamı doğuştan bulmuş bir varlık değil, anlamı zamanla kendisi yaratan bir varlık olduğunu savunur. Ama bu anlam yaratma hali hiç de kolay değildir. Aksine oldukça sancılı bir süreçtir. Ne de olsa bir noktada hepimiz şu gerçekle karşı karşıya kalırız: Hiç kimse bizim yerimize yaşayamaz. Yaptığımız bütün seçimler bize aittir, ve sonuçlarından da biz sorumluyuzdur. Yani özgürlük kulağa hoş gelse de; Özgür irade beraberinde belirsizliği, seçimler ise sorumluluğu getirir. Biz de insan olarak bu olasılıklar denizinde boğulma riskini taşırız. Kierkegaard bu duyguyu şöyle özetlemişti: “Kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir.”
Varoluşçuluk, bu tür yalnızlıkları, kaygıları, sorgulamaları bastırmak yerine, onlara alan açar. Ve belki de ilk kez, "iyi hissetmekten" çok, "gerçek olmak" üzerine yoğunlaşır.
Varoluşçuluk ve Psikoloji: İnsanla İnsan Olmak
Terapide iki insan bir odada oturur, biri işinin uzmanı diğeri ise kendi hayatının uzmanıdır. Ancak o odada her zaman yalnızca bir “tanı” veya “sorun” bulunmaz. Bazen sessizce çöken bir anlam boşluğu, kaybolmuş bir benlik veya kimseye söylenmemiş bir soru da vardır: “Hayatım böyle devam edecekse… neden sürdüreyim?”
Böyle anlarda terapinin bazı sınırları flu hale gelir. Çünkü mesele artık yalnızca bir davranışı değiştirmek değil, bir insanın varoluşuna tüm çıplaklığıyla tanıklık edebilmektir.
Varoluşçu düşünce, terapiyi bir müdahale alanı olmaktan çıkarıp, anlam arayışına açık bir karşılaşmaya dönüştürürerek, terapötik dünyaya bu anlamda derinlik kazandırmıştır.
Bu yaklaşımın izini süren Irvin Yalom’un metinlerinde de bu sessiz ortaklık derinden hissedilir. Terapinin, iki insanın birlikte düşündüğü, birlikte sustuğu ve birlikte dayandığı bir alan olabileceğini hatırlatır bize. Viktor Frankl ise, en karanlık deneyimlerde bile anlam arayışının insan ruhu için vazgeçilmez olduğunu hatırlatır bize. Çünkü bazen acı, sadece geçmesi gereken bir şey değil; anlamın içinden geçtiği bir yoldur.
Bu yazının amacı, varoluşçuluğu yalnızca tanımlamak değil aynı zamanda bu kavrama beraberce bakabilmekti. Hayatın içinde zaman zaman hepimizin karşılaştığı bazı temel hislere biraz daha yakından eğilmekti. Çünkü bazen insan, ne olduğunu anlamaya çalışırken, ne olmadığını fark eder. Ve belki de yaşam, netleşen cevaplarla değil; derinleşen sorularla var olmayı öğrendikçe anlam kazanıyordur.
📚 İlgilenenler İçin Okuma Önerileri
Irvin D. Yalom – Varoluşçu Psikoterapi
Viktor E. Frankl – İnsanın Anlam Arayışı
Rollo May – Yaratma CesaretiSøren Kierkegaard – Korku ve Titreme
Martin Heidegger – Varlık ve Zaman
🌀 Not: Bu yazının devamı niteliğinde, Heidegger’in “fırlatılmışlık” kavramı üzerinden otantik yaşamın izini sürdüğümüz yazı için tıklayın.
Commentaires